16 Nisan referandumu Türkiye açısından çok önemli bir kırılma noktası oldu. Bu önem muhtemelen ilerleyen yıllarda daha iyi anlaşılacak.Referandumun öncesinde ve sonrasında hukuk çiğnendi. Muhalefet baskı altına alındı. Basın tek sesli hale getirilmeye çalışıldı. Muhalifler tutuklandı. Gökçe Fırat tahliye edilir edilmez, hukuksuz bir şekilde yeniden gözaltına alınıp alelacele tutuklandı…Bu listeyi bu şekilde uzatmak çok kolay…Gelgelelim; OHAL’e, tüm baskıya, zulme ve referandum sırasında ve ardından yaşanan tüm hile-hurdaya rağmen AKP elinde zar zor alınmış ve son derece şaibeli bir “evet”le ortada kalıverdi. Türk halkı asla bu “evet”in gerçekliğine inanmıyor ve inanmayacak. Burası kesin… Diğer yandansa, bu “evet”in hiç de onların istediği bir “evet” olmadığı ortada. Tüm gücü elinde toplayarak çıkmayı planladığı bir referandumdan, elindeki tüm toplumsal zeminin eridiğini görerek ayrılmış oldu.Tablonun onlar açısından ne kadar can sıkıcı olduğunu görmek için o akşamki yüzlerine bakmak yetiyor da artıyor bile…Peki, AKP’lileri bu kadar üzen ve yıkan ne? Bunun tam bir tahlilini yapmak için hem ne kadar insanın “hayır” dediğine hem de bunların kimler olduğuna ışık tutmak gerek. Yani AKP açısından ortada bir nicelik sorunu olduğu gibi ondan daha da derin ve temel bir nitelik sorununun bulunduğunu tespit etmeliyiz.
Kimler “evet”, kimler “hayır” dedi?
AKP için en yıkıcı olan “hayır” cephesinin niteliği oldu.Şimdi biraz geriye gidelim: Bugünkü AKP’nin başındaki ekibin Türkiye’yi ele geçirme çalışmaları bundan 30 yıl önce başlamıştı. O zamanlar bu isimlerin birçoğu Refah Partisi’nin kadrolarıydı. İlk kez 1994 seçimlerinde İstanbul ve Ankara büyükşehir belediye başkanlıklarını ele geçirmeleri Türkiye için önemli bir değişimin başlangıcı oldu. Evet, Türkiye’nin başkenti Ankara ile ticaret, sanayi, kültür merkezi İstanbul bu kadronun eline geçmişti. Bunlarla beraber başka büyükşehirler de… Oysaki o döneme kadar Türkiye’de klasik tablo kırsalın sağa, şehirlerinse genellikle sola oy vermesiydi. Artık işin rengi değişmişti.Bu tablo 2002 itibariyle daha da netleşti. Artık söz konusu “ekip” kendi partisini kurmuştu: AKP. Özellikle belediyeler, taşeron yandaş şirketler, bunların çalışanları ve hepsinden de çok sosyal yardımla yaşamaya çalışan kitlelerden oluşan bir örgütlü seçmen kitlesi oluşturdular. Bu insanlardan aldıkları oylarla da bugünlere kadar geldiler. Bu taban esas olarak köyden kente göç etmiş, kentli olamamış fakat köylü de kalamamış bir toplumsal tabakaydı. Türkiye’nin en hızlı sermaye biriktiren havuzcu yandaşları, işte bu en gariban kesimin sırtına basa basa ve aynı zamanda onların oylarını ala ala iktidarını kurdu. Fakat bir yerde bu işin değişmesi de mukadderattandı…16 Nisan’da aslında uzun zamandır yavaş yavaş oluşan bir gerçek kendisini ilk kez bu kadar net ortaya koyarak, AKP’nin yüzüne esaslı bir şamar indirdi. Türkiye’de sosyoekonomik durum değişiyordu. Bununla birlikte kitleler de, siyaset de değişiyordu.Bu değişimin en net ifadesi İstanbul ve Ankara’yı 23 yıl sonra ilk kez kaybetmeleri oldu. İzmir’i ve bununla birlikte Ankara’da Çankaya’yı, İstanbul’da da Kadıköy, Beşiktaş, Şişli ve Bakırköy gibi merkezleri asla ele geçirememenin ezikliğini hisseden AKP için bu durum sonun başlangıcıdır. İstanbul, Ankara ve İzmir’in dışında Antalya, Mersin, Adana gibi Türkiye’nin en büyük şehirlerinde AKP eridi. Eskilerden beri sağ tabanın ağır bastığı Bursa’da “hayır” oyları “evet”i yakalamak üzereyken bazı ilçelerde rekor kırdı. Hatta Konya, Kayseri gibi AKP kalelerinde bile tüm mahalle baskısına ve ağır havaya rağmen yüzde otuzlara varan “hayır”lar vardı…İstanbul’daki “kaleleri” sayılan Üsküdar’da “hayır” kazanmıştı. İslamcı muhafazakârlığın ve tarikatların başkenti denilebilecek Fatih’te bile %48’lik bir “hayır” vardı. AKP farkına varmadan üzerinde durduğu zemin altlarında kayıp gitmişti.En güçlü oldukları Bağcılar, Esenler, Ümraniye gibi yerlerde bile “hayır” %40’lara ulaşıyor.
Nicelik eriyor, nitelikse çoktan bitti…
Evet, AKP nicelik olarak eriyor. Önümüzdeki dönemde AKP’ye oy veren seçmen daha da eriyecek. Fakat nicelikten çok daha önce eriyip biten şeyse nitelik…Eskiden olsa AKP’ye oy vermeyenlerin Türkiye’nin seçkinleri olduğu iddia edilirdi. Fakat iş hiç de bir seçkinlik meselesi değil. Aksine AKP’ye oy vermeyenler, yani referandum özelinde söylersek “hayırcılar” Türkiye’nin yükünü her anlamda sırtında taşıyanlar.İstanbul, İzmir ve diğer büyükşehirler Türkiye’nin sanayi, ticaret, kültür, sanat merkezleri. Ankara, Türkiye’nin başkenti… Ankara ve özellikle de %78 “hayır” oyu veren Çankaya aslında bir anlamda da devletin ta kendisi…Tüm Ege ve Marmara Türkiye’de sanayinin ve emeğin odağı… “Hayır”ın kazandığı iller, Türkiye’de toplanan verginin % 84’ünü veriyor.Yani büyükşehirler ve “hayır”ın kazandığı alan sadece nüfus olarak değil, her anlamda Türkiye’nin en önemli ve yük taşıyan kısmı. Bu durum AKP’nin bitişinin en net tablosudur. Hiçbir siyasi hareket sadece sosyal yardımla kendisine bağladığı bir kitleyle ayakta kalamaz. İşin daha da fenası bu kitle, AKP’nin de güvenebileceği bir kitle de değil. Bugün sosyal yarım veremeyecek durumda olsalar böyle bir kitle kalır mı? Ki karşımızdaki ekonomik göstergelerle bunun çok uzak bir ihtimal olmadığı açık. Kitleyle arada ideolojik bir bağ olmadığı gibi bir gönül bağı da yok. Arada kopması çok kolay bir pamuk ipliği var sadece.
Zafer olmayan “zafer”!
Kısacası AKP’nin referandumda hile-hurdayla elde ettiği “evet” tarihte örnekleri görülmüş zafer olmayan “zafer”lerden biridir. Referandumla Anayasa’yı değiştirmek istediler, bu oyu da bir şekilde sağladılar. Peki, bundan sonra?AKP’nin kucağındaki “evet”, kısa zaman içinde kendisini yaratanları felakete sürükleyeceği kesin bir ucubedir. İşin kötüsü bu ucube AKP’nin kendi öz evladı olduğu için atsan atılmaz, satsan satılmaz cinsindendir. AKP zorla kendi Frankenstein’ını yaratmıştır.Kendi yarattıkları siyasal ortam ve kendi iradelerinin dışında akan toplumsal gelişme artık AKP’nin yönetmesine engeldir. Bu saatten sonra ancak provokasyonlarla nihai bitişlerini geciktirmeye çalışabilirler. Fakat gidiş belli, sonuç kesindir: Türkiye’nin geleceğinde, hem de yakın geleceğinde AKP diye bir parti olmayacak…
Toplumsal yasalar AKP’nin gidişini müjdeliyor: Hayırlı olsun!
Toplumlarda dönüşümleri ve iktidarı sosyoekonomik durumun kimden yana olduğu belirler.2002’den 2010’ların başlarına kadar ibre (işbirliği yaptıkları sömürgecilerin de yardımıyla) onlardan yanaydı. Sonra denge döndü.Aslında Gezi bunun ilk işaretiydi. Toplumun ve tarihin akışını anlamak yerine bu seli ezmeyi düşündüler. Ama bundan büyük bir gaflet olamazdı.Sosyoekonomik ibre terse döndükten sonra bir iktidarın korunması ancak daha çok baskı, zulüm, hukuksuzluk ve iftirayla sağlanabilir.Bizde de öyle oldu…Ama son sözü söyleyecek olan bu ahlaksız zorlamalar değil toplumsal ve ekonomik durumun siyaset üzerindeki belirleyiciliği kuralı olacak.Yani ne yapsalar boş…Ama yalan, hile, baskı, zulüm üzerine bir düzen kurulamaz. Bunlara başvurularak korunmaya çalışılan bir iktidar da uzun süre varlığını sürdüremez.Hakikat kapıdan kovulsa bile bacadan girecektir.Hakikat de hiçbir iktidarın önünde duramayacağı tarihin ve toplumun akışıdır.Durum açık:Kentlilik arttıkça AKP oy alamıyor. Ve Türkiye’de kitlelerin kentlileşmesi devam edecek.Eğitim arttıkça AKP eriyor. Ve eğitim düzeyi öyle ya da böyle yükselmeye devam edecek.Ekonomik ve toplumsal ibre gerçek üretici yığınlar olan “hayırcılar”dan yana ve öyle olmaya da devam edecek.Ve nihayet, toplumsal tabandaki bu üretici, nitelikli kesim siyasi alanda da yansımasını elbet bulacak…Artık ne emperyalist efendileri,Ne Barzani ya da açılım ortakları,Ne Arap petrol şeyhleri gidişin önüne geçemez.16 Nisan’da Türkiye’nin aydınlık geleceğinin ilk ışıkları göründü.Müjdeler olsun!Barışla, hukukla, meşrulukla mücadeleye devam!
Çok güzel tespitler yapmışsınız tebrikler ve teşekürler